İLHAMIN NE’LİĞİ ÜZERİNE
“Bize bir şeye başlamak için ilham gelmesi gerektiği söylenmemeli.
Eylem, her zaman ilham üretir.
İlham nadiren eylem üretir.”
Frank Tibolt
Yazmakla uzaktan yakından ilgilenen herkesin karşısına koşulsuz çıkan ve herkesin üç aşağı beş yukarı bir yarı tanrı edasıyla bahsettiği büyülü kelimedir. Bazen her şeyi paklayandır. Bütün beceriksizliği, sabırsızlığı, yırtılıp atılan kâğıtları, yazı odasında bir yere konulamayan elleri-kolları, boş odada atılan voltaları, devrilen kahve fincanlarını, okunan türlü türlü kitabı, umudu, umutsuzluğu, kafa karışıklığını, vesaire yazının ortaya çıkışının bütün sancılarını görmezden gelen, üzerini bir kar örtüsü gibi örten, olduran, ele avuca gelmez yazı tanrısıdır. Öyle görülür ki, yazının ortaya çıkışının tek sebebidir. Yazar her ne yazmışsa ilham geldiği için yazmıştır. Gerisi laf-ı güzaftır. Söylemeye bile değmez.
İlhamın gelmemesi ise bir yazarın en büyük handikabı olarak görülür. İlham her zaman gelmez. Her yere de gelmez. İlhamın gelişi, çok beklenen aşk telefonu gibidir. Bu telefon geç gelebilir. Bu telefon hiç gelmeyebilir. Ama telefon geldiğinde orda olmak zorundasınız. Beklemezseniz –doğal olarak- hiç gelmez.
Oysa kimi büyük yazarın da belirttiği gibi yazarın gerçek gücü, ne olduğu ve ne zaman geleceği pek belirsiz ilhamda değil çalışma ve sebattadır. Yazarın öncelikli bir derdi olmalıdır. Bu derdinden muzdarip olmalıdır. Ve yazı kendisini dayatmalıdır. Yazarlık için Orhan Pamuk “iğneyle kuyu kazmak” deyimini kullanır ve şöyle der: “Benim için yazarlığın sırrı, nereden geleceği hiç belli olmayan ilhamda değil, inat ve sabırdadır. Türkçedeki o güzel deyiş, iğneyle kuyu kazmak bana sanki yazarlar için söylenmiş gibi gelir.”
Yazmak, insanın içindeki gizli karaktere ulaşma çabasıdır. O karakteri oluşturan âlemi sabırla, inatla yıllarca uğraşarak keşfetmesidir. Bir odada kalemle, kâğıtla, kitaplarla, kocaman bir evrenle, kurgularla baş başa canının sıkılması, bu sıkıntıdan yepyeni kurgular derlemesidir. Yazmak ilhamı da hafife almamaktır. İlhamın yazı tanrısı olmadığını bilmek ama geldiğinde de yazıya bir ışık düşürmesini sağlamaktır.
Yazmak ilhamın olmadığı zamanlarda da iyi işler çıkarmaktır. Kuyudan tavşan değil, istediğini bulmak, bulamadığında kuyuya bıraktığı tavşanı tekrar ve tekrar çıkarmaktır. İllüzyonların sahteliğini de katarak gerçek bir evren kurmaktır.
İlham, eylemin peşi sıra gelir. Eylem her zaman öndedir. Tarihteki büyük atılımlar her zaman sebatla çalışanların eseridir. Yerçekimini bulan filozofun kafasına elma düşmesi efsanesi de safsatadan ibarettir.
Tamam, ilhamın, içsel vahyin, feyzin rolü tabi ki yadsınamaz. Ama büyük atılımların kaynağının insanın alın terinde gizli olduğunu da yadsımamak gerekir. Aksi takdirde bu yazıyı yazmak için en iyi yer bir ağaç gölgesi olurdu ki o zaman sırt üstü uzanıp doğayı seyre dalar, kesinlikle yazıyı yazmaz, saygıdeğer hocama, “çok bekledim ama napayım, ilham gelmedi” der, kompozisyondan da muhtemelen sıfır alırdım.
Oysa bu yazıyı yazmak için bayağı kafa patlattım. Okuduğum bütün kitapları yeniden düşündüm. Yazdığım her satırı niçin ve nasıl yazdığımı tekrar tekrar sorguladım. İlham beklemekten sıkılıp eyleme koştuğum zamanları tekrar yaşadım. İlhamın ele avuca gelmez, mistik bir şey olduğunu, istediğim zaman gelemeyeceğini, ama bir ömür ilham beklerken istediğim her şeyin tıpkı ilham gibi elimden avucumdan kayıp gideceğini, elimde avucumda olanı sımsıkı tutmam gerektiğini, elimde olmayan için çalışmam gerektiğini de öğrendim.
Yeteri kadar çalışıldığında ortaya mutlaka bir şey çıkar. Ama yeterinden daha çok beklediğinde dahi ilham gelmeyebilir. O zaman olmayacak seçenekleri –en azından şimdilik- elemeli ve mevcut seçeneklerin en iyisine gelinmelidir.