kurmaca dünyada gezintiler
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

kurmaca dünyada gezintiler

forumumuzun reel politikle veya reel vesaireyle ilgisi yoktur.
 
AnasayfaAnasayfa  GaleriGaleri  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  
Giriş yap
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Beni hatırla: 
:: Şifremi unuttum
En son konular
» Özür Dileme Kültürü Üzerine
İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Icon_minitimeSalı Eyl. 22, 2009 9:37 pm tarafından İnci

» Okumakta olduğumuz kitaplar
İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Icon_minitimeSalı Eyl. 22, 2009 9:31 pm tarafından zerdalist

» İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR
İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Icon_minitimeSalı Eyl. 22, 2009 9:28 pm tarafından zerdalist

» selam, ben zerdalist. istanbul'un ist'i.
İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Icon_minitimeSalı Eyl. 22, 2009 9:17 pm tarafından İnci

» aklıma birşey gelmiyor
İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Icon_minitimeSalı Eyl. 22, 2009 9:16 pm tarafından İnci

» Yakında Kanatlarım Çıkacak
İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Icon_minitimeCuma Tem. 17, 2009 3:09 pm tarafından Aral

» her gün yazacak iyi bir cümle olmayabilir. biz iyi cümleleri ömrümüz boyu uzun bekleyeceğiz.
İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Icon_minitimePtsi Tem. 06, 2009 11:36 pm tarafından Aral

» İLGİSİZ KONULARDA MASKULEN YANILGILAR VE GERÇEKLER
İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Icon_minitimePtsi Tem. 06, 2009 11:30 pm tarafından Aral

» ben darbeye darbe demem; darbe benim olmayınca! (honduras deneyimi)
İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Icon_minitimePtsi Tem. 06, 2009 9:16 pm tarafından zerdalist

En iyi yollayıcılar
zerdalist
İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_vote_lcapİyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_voting_barİyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_vote_rcap 
İnci
İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_vote_lcapİyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_voting_barİyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_vote_rcap 
Aral
İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_vote_lcapİyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_voting_barİyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_vote_rcap 
solitude
İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_vote_lcapİyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_voting_barİyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_vote_rcap 
bedreddin(em)
İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_vote_lcapİyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_voting_barİyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_vote_rcap 
hanımağa
İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_vote_lcapİyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_voting_barİyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_vote_rcap 
Şahin
İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_vote_lcapİyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_voting_barİyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_vote_rcap 
yâdigar
İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_vote_lcapİyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_voting_barİyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_vote_rcap 
rodya
İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_vote_lcapİyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_voting_barİyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR I_vote_rcap 

 

 İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
zerdalist
Admin
zerdalist


Mesaj Sayısı : 218
Yaş : 43
Reputation : 0
Kayıt tarihi : 21/11/08

İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Empty
MesajKonu: İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR   İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Icon_minitimePaz Eyl. 06, 2009 8:31 pm

İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR 5295_1092473632380_1242696502_216191_1279956_a

‘Yok Hıdır’dan ‘Terörist Hıdır’a
‘Kürt Hıdır’!




Hıdır Geviş’i bilirsiniz: Taraf Gazetesi yazarı ve en son öğrendiğimize göre Kürt. Şimdi durup duruken Kürt olmaklığı, Sünni olmaklığı yahut olmamaklığı bizi neden ilgilendiriyor? İlgilendiriyor çünkü son yazısı dolayısıyla öğreniyoruz bunu. Öğreniyoruz çünkü son yazısını yazmasının nedeni böyle bir zorunluluk. Yazmış yazısını çünkü ırkçılık denilen soyut iblis bir gün gelip her düzeyde buluyor bizi. Her düzeyde buluyor çünkü hâkim unsur olduğunuz kimi mıntıkaların dışına çıktığınızda pekâlâ ‘ötekiunsur’ olabiliyorsunuz.



Yazmış. Çünkü meğer arkadaşları Tom ve sevgilisi, Lucky Cheng adlı bir bar-lokantada yemek yerken yan masada oturan iki Türkle tanışıyorlar. Tom, onlara “Arkadaşım Hıdır’da Türkiyeli, kendisi Kürt” diyor. Bizim Türkler çok bozuluyor. “Ne demek Türkiyeli Kürt… Biz de herkes Türk” diyorlar. Tom ne olduğunu pek anlamıyor, “Arkadaşım kendini Kürt olarak tanımlıyor” diye ekliyor. Adamlar bu kez iyice sinirleniyorlar, az önce “bizde onlardan yok” dedikleri Kürtler için bu kez, “onlar teröristtir” diyorlar.



Düşünün, olay New York’ta geçiyor. Ve düşünün ki ırkçılık siz New York’ta da olsanız gelip sizi bulabiliyor. Yani bu sefer de Hıdır Geviş’i arkadaşları vasıtasıyla bulmuş. Vekaleten.



Hadi şunu da diyeyim ki; yukarıdaki diyalog bizim için hiç de şaşırtıcı değil. Belki de duyup gördüklerimizin en bayağısı, ötekileştirmenin, ırkçılığın, faşizmin en sıradanı, günübirlik olanı. İçimize sinmiş, kanıksanmış olanı.



Ne Kürdü, Ne Sorunu Kardeşim?



Çoğu çağdaş vatandaşımın böyle söylediğine bahse girerim. Olan bitenden rahatsız olmuş ve ‘ikincikanal’ olarak nitelediği diğerini anlamaktan nefret eden bir ‘milliyetçimakbulvatandaş’ tipi her zaman vardır.



Fakat sandıklarının aksine ‘olmuyorsaolmuyorkuralı’ burada da geçerli değil. İlla ki olacak. Hem de “gerekirse kalemlegerekirsesilahla” da değil. İlla ki kalemle olacak. Daha önce silahla denendi ne oldu? Çok şey de oldu denebilir. Tam tersi de… Olmaktan kasıt ölümse ellibin çeşidi oldu. Kasıt gözyaşıysa, sel olup aktı içimizdekiler. Kasıt yitirilen zaman ise otuz sene heba edildi. Kasıt yitirilen maddi değerse, birkaç Türkiye kurmaya yetecek parayla kurşun sıkıldı. Döndük yine başa geldik.



Bazı okurlarım neden haddinden fazla ‘ben’ dediğimi merak ediyorlar. Haddinden fazla ‘ben’ diyorum çünkü sorunun içindeyim. Oryantalist gözlüklerimi takıp ahkam kesmiyorum. Kalenin dışından ‘golkurtarmayolları” hakkında çözümlemeler yapmıyorum. Yapmıyorum çünkü “kanayanyüzümüzekberinseccadesigüya”. Çünkü halimiz tam da şairin dediği üzre ve çünkü ben Türkiye’de yaşıyorum.



Şimdiyse, “gecesaatoniki”de gibiyiz. Her şeyin söylendiği ama söylenen hiçbirşeyin para etmediği, çoğu zaman gerçekten yan çizilen, samimi olunmayan ve dahası söylenen onca şeyin yalan olduğu söylenmeyen onca şeyinse gittikte ağırlaştığı bir saatteyiz. Bütün parmakların, ellerin kaldırılıp konuşulduğu sonra uzun uzun susulup dinlenildiği bir zamandayız.



Şimdi herkesin söyledikleri hükümsüz olacak. Çünkü şimdiye dek kimse yaraya bırak merhem olmayı, yaranın nerde olduğunu bile bulamamıştır. O zaman her şey bir bir yeniden konuşulacaktır. Ama yalansız. Kimse kimseyi kandırmaya çalışmadan. Kartlar yeniden karılıp yeniden karıştırılacak. Ama “üçbanabirsana” hesabına da sapılmayacaktır.



Herkes Eşittir, Ben Daha Eşit!



Sorun nasıl tanımlanırsa tanımlansın. Herkes eşitlik ve özgürlükten aynı şeyi anlamadığı sürece sorun yine teğet geçilir. Çözümlenmez. Ve gittikçe derinleşir.



Kimi akademisyenlerin ifade ettiğince, Kürt sorununun çözümü kadar Türk sorununun çözümüne de odaklanmak gerekir.

İki taraftan biri diğerini makul ve kabul edilir bulmadığı sürece, zihinlerde birbirine karşı dıştalayıcı bir dile koşulacak tümceler bulunduğu sürece sorun çözülmez. Çünkü sorun hukuki düzenlemelerle çözülebilecek türden bir sorun değildir.



Ah Karamela Şekerim,

Barış Güzel de İnsanlar Berbat!



“Kimi sevsem sensin” barış. Kimin ağzını açsam senden bahsediyor. Hatta ben açmasam da senden vecizeler dökülüyor. Herkes senin iyiliğini istiyormuş görünüyor çünkü her fırsatta senin iyiliğinden, güzelliğinden, güngörmemişliğinden, sana yapılan haksızlıktan bahsediyorlar. Sen ne zaman ortadan kaybolsan ya da sürgüne gönderilsen mutlaka birileri ölüyormuş… Şimdi herkes anlamışmış senin kıymetini. Varsa da sen yoksa da sen… Sen gelince senin elini sıcak sudan soğuk suya sokmayacaklarmış.



İyi güzel söyüyorlar da, nasıl olacak değil mi? Senin değerini bilmeden nasıl yaşatacaklar seni? Bir süprüntü gibi yaşayamazsın zira. Yaşamak onurlu bir “Barış”tır. Güzel günlerde “iyidileklerdilemekle” olmuyor Barış. Şartları ağırdır. Herkesin birbirini anlamaya çalıştığı yerdedir. Sevse ne güzel, sevemediğinde de “boğmayaçalışmadığı” yerdedir. Zorunlu ikamet değil, istendiği yerdedir Barış. Utancın silindiği, insana değer verilirken hayvanın da tekmelenmediği, tüm doğanın korunmaya çalışıldığı güzelim yerlerde mukimdir Barış.



Herkes seni arıyor dedim ya. Mektubum sanadır. Üzülmeni de istemem. Samimi olduklarını garanti edemem ama en azından bir kısım destekçinin, barış isteyenin samimi göründüğünü söyleyebilirim. İnanmak dışında çare yok.



Elbette ki seni bu yoldan ayırmaya yeltenecek bedbahtların da olacaktır. Fakat sen kendini ve sana ihtiyaç duyanları kedere gömmeyecek ve kendini müdafaa edeceksin.



Aşk Savaşa Yakınsa da Barış Aşka Yaraşır



Barış, aşka koşut gelişir. Kırılgandır. Emek vermek gerekir, Gurur, kibir yapmamak gerekir. Gerekirse “birlafıfazlaolsun” demek gerekir ki, başka türlü anlaşmak, uzlaşmak, yakınlaşmak mümkün değildir.



Ticari anlaşma formatında olsa, milimetrik hesaplamalar yapmak mümkündür. Fakat aşkta ve barışta böylesi kuyumcu ölçüleri kullanmak mümkün değildir. Küçük hesap yapanlar büyük kaybeder. Hesap biraz da budur.



Hergün “seniseviyorum” demek manasız görünebilir. Fakat bu her gün sembolik yinelemelerle fakat “herdemyeni” söylenmelidir.



Olumluluk, bir yaşam biçimidir. Taşları üst üste koymak ya da katedraller inşa ettiğini düşünmek bu ayrım çizgisinde gizlidir.



Sembolik göndermeler farzdır. Çünkü yaşam her an tazelenmelidir.



“Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmalıyız.” Tıpkı şairin dediği gibi…

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://yazyazbitmez.benimforum.org
zerdalist
Admin
zerdalist


Mesaj Sayısı : 218
Yaş : 43
Reputation : 0
Kayıt tarihi : 21/11/08

İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Empty
MesajKonu: Geri: İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR   İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Icon_minitimePaz Eyl. 06, 2009 8:34 pm

Malum Meseleler Hakkında
‘Kronik Muhalif’ Meseller!


“Ve okuyan ve güldüren ve savaşan
Ey okuyan ey güldüren ey savaşan”*




İmam’ın ve Tabiatın Ortak ve Yanlış Sorusu Şuydu: ****



“Kürtleri nasıl bilirsiniz?”



Yanıt yok cemaatten. (Herkes birbirine bakar) Bellidir şaşırmıştır cemaat. Az moral bozukluğu… Bu soru da nerden çıktı havasında… Sorgusuz sualsiz…



İmam bir daha sorar:



-“Nasıl bilirsiniz Kürtleri?”



“Hain” der biri. Kürtler mi, soruyu soran imam mı yoksa her ikisi mi, tam anlaşılmaz. (Anlayacak olan anlamıştır oysa)



Bir diğeri “Yaşa!” der.



İmam:



-“Susunuz” der.

* * *




Oysa bu mizansen tümüyle yanlıştır. Tabut, sonsuza yuvarlamak ya da yolculamak için vardır. Biz gelecek planları ve düşler kurgulayacaktık değil mi?



Bu mizansende “Onları nasıl bilirdiniz?” klişesinin ne işi var peki?

* * *




Peki, madem herkes bu mizansenin bayağılığının farkında; o zaman şöyle olsun.



İmam soruyu yeniler:



-“Kürtler sizi nasıl bilirdi?”



Kalabalık bir ürperti dalgasıyla coşar, kabarır, söner.

En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:



“Anlayana Sivrisinek Saz, Anlamayana 50 Bin Ölüm Az!”
“Bir akşam bir bulgu gibi sunulur bize
Oysa bir yanlışlık birini ezer kalır”**




Malum, meselemiz Kürt Sorunu. Nerden baksan elini yakan bir sorun… En azından diyorum çünkü onbinlerin sadece elini değil yüreğini de yakan; yüzlerce, binlerce kitaba malzeme olacak kadar büyük trajedilerin yaşandığı bir sorun.



Fakat onyıllardır üzerinde en az konuşulan, konuşulunca salya-sümük konuşulan, soruna temas etmekten azami imtina edilen büyük trajedilerin toplamı…



Daha çok TRT yayınlarında, öldürülen kişilerin ölümlerine, ele geçirilen ganimete sevinilen, mutlaka bir sıfat tamlamasıyla duyurulan bizim ölülerimize üzünülen bir büyük anlatıdır.



Neresinden başlasanız başa dönmek zorunda kaldığınız acılı hikaye…





Bir de sivil halkı paralize edip savaşa koşmaya yarayan Emekli General Anı- Romanları…



Bir de öldürülenlerin türküleri, şiirleri, anı-romanları…

***


Yani ölenler ve öldürülenler dışında adamakıllı kimse üç beş satır yazmadı. Nerden tutsanız elinizde kalıyordu.



Nerden tutsanız başınız derde giriyordu.



Ölenler ve öldürülenler dışında kimse düzgün iki cümle kurup da konuşmadı, kimse görmedi olan biteni, kimse duymadı.... Ölenlerin ve öldürülenlerin anneleri dışında kimse konuşmadı. Onların da sesini duyacak kulak yokru bu ülkede.



Lanetli bir mesele gibi en nihayetinde başınıza dert açmasını istemediğiniz için ne kadar yakın olsanız izole duruyordunuz meseleye.



Geldik bugüne. Acılardan, ölümlerde geriye…



Şimdi umut mevsimi... Sorun tarihte ilk defa bu kadar cesur ifade ediliyor. Tarihte ilk kez silahsız çözüm konuşuluyor. Başta hükümet olmak üzere toplumun önemli bir kesimi, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri çözüm arayışında. Herkeste bir heyecan...



Açar mıyız Açmaz mıyız?
“sevgilim karagözlü bir gömleği var yeşil
Yaz kış onu giyer yalnız onu değişir”***




Fatih Altaylı’ya sorarsanız “Açalım” diyecektir. “Fakat” diye ekleyecektir. “Açacak bir şey de yoktur aslında. Zaten her şey açılacak kadar açılmış. Kürtlerin talepleri büyük oranda karşılanmış. Uygulamada az biraz sıkıntı var, o da zamanla giderilecektir. ”



Bekir Coşkun üstadımıza sorarsak açamayacağız. Ona göre, “zaten açılacak bir şey yoktur.” Aylardır “Açacağız açacağız diye diye bizi fıtık edip bir türlü açmadıkları şeyin ne olduğunu da lütfedip söylemediler bile” diyecektir.



“Eme bizim görüşmemiz Beşbeken ileydi”



Son yumurtamız da nur topu gibi doğdu. (Nuru batsın) Böyle yazmış Bekir Coşkun Hazretleri. Ahmet Türk’ün Türkçesiyle alay etmek için “töplümsel süreç” yazan Yılmaz Özdil’le müthiş bir uyum yakalamış 7 ağustos tarihli Hürriyet’te.



Böyle diyor “ApoletliMedyanınGeneralleri!” Böyle diyor amanvermez kelime cengaverleri. Böyle diyor gözükaralar.



Çünkü böylesi bir kadrolu faşistlik, kadir bilir, tepki görmez ve alkışlanır bir ırkçılık sadece bize mahsustur. Mahsustur çünkü “hizmeteözel”dir.



Ve…



Gördünüz mü işte başımıza gelenleri? Canı fena halde sıkılan medyamıza eğlence çıktı. En çok da Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil gibi “KronikHürriyetMasalcıları”na gün doğdu.



Zaten Allah’ın tatili çoktu, şuydu buydu, yazacak konu yoktu. Ayşe Arman’ın “AyşegülReina’da” serisinin son baskısı da baygınlık verdikten sonra bir flaş haber olsa ne güzel olurdu. Ah ne de güzel uydu!



“Babam da Solcuydu”



Geçen gün, artık solcu olmayan bir arkadaşım laf arasında tam da böyle dedi: “Babam da solcuydu” dedi. “Hadi canım sen de” dedim. “Değildir.” Oysa o ısrarla babasının solcu olduğunu söyleyince bende jeton düştü. “Aa CHP’li mi baban?” “Evet” dedi.



Bizden önceki bütün sol fraksiyonlara kaynaklık eden devlet partisidir CHP. İşine geldiğinde kendisini solda tanımlayan, otuz sene önce darbe yapmış, şimdi “azraille son tango” adlı oyunu sahneleyen emekli general yargılansın diyen, Kürt Raporu düzenleyen, demokratik açılımlar yapılması gerektiğini söyleyen SOLmuş gibi duran parti, işine gelmediğinde bütün söylediklerinden çark edip MHP’den replik çalabiliyor. Yayımladığı Kürt raporunu inkar edebiliyor. Demokratikleşme paketlerini “vatana ihanet” sayabilen bir çizgiye gelebiliyor.



Şimdi yarıştığı MHP’nin de gerisinde. Çünkü MHP bile son söylemlerini saymazsak büyük iş başardı yakın süreçte. Kimileri görmüyor. Her şey eşyanın doğasınca gelişir. Yani MHP’den demokrasi beşiği olmasını bekleyemezsiniz. Enternasyonal düşünsün de diyemezsiniz. Ama nispeten gençlerini sokaktan alıkoymuş olabilmesi, ellerindeki satırları, döner bıçaklarını toplayabilmiş olması da yeterince önemlidir.



Ama CHP’den beklersiniz. Tamam, uçsun diye beklemezsiniz devekuşunun. Fakat MHP ile aşık atmamasını beklersiniz mesela.



Kürt sorununda ve ülkenin kritik bütün meselelerinde demokratik sol çizgiyi ölçüt almasını beklersiniz mesela.



Muhafazakar bir parti herhangi bir konuda açılım yapacağı zaman o açılımı daha da açmak için uğraşmasını, açılımların demokratik ve herkesçe kabul edilir bir çizgiye çekilmesini beklersiniz mesela. Mesela ayrılıkçı söylemlerden uzak durup daha insani bir söylem düzeyine sahip olmasını beklersiniz.



Tabi sözkonusu CHP’yse, bekleye bekleye ağaç olursunuz.



Aşk ve Sigara,

Aşk ve Nefret

Türkler ve Kürtler



Sigarayı bırakmak kolaydır. Sevgilinizi de öyle… Fakat her ikisinin temsil ettiği, hâkim olduğu yaşam tarzını unutmak, bırakmak çok zordur.



Nikotinden ve sevme ihtiyacından –en azından bir süreliğine- kurtulmak mümkündür. Fakat her ikisinin özdeşleştiği anları tekrar tekrar yaşadıkça üzerinizde müthiş bir baskı hissedersiniz. Duygusal bir bağ kurduğunuz her şeyde bu böyledir.



Bırakıp gitmek zordur. Kalmak da öyle…



Bir tür aşk ve nefret ilişkisi…



Kürtler ve Türkler… Aşk ve nefret… Birbirinden çok uzak iki kelime… Ama kopmaz iki kelime…



Şimdi iki halk da özellikle son otuz yılı feci bir biçimde idealize ediyor.



Öldürülenlerin hesabını yapıyor. Öldürülenler sadece anneleri için bir istatistikten çok uzak. Geri kalanlar için değişim değeri olan bir meta, bir mega istatistik. Bu da savaşın bir sonucu.



Savaş ölümü kurgulanabilir, uygulanabilir ve hatta kutsanabilir bir mega gerçekliğe ulaştırdı.



Türkülerle öldü insanlar.



Savaşın en büyük kötülüğü bu oldu. Ölüm sıradan ve kanıksanan bir olaya dönüştü.



Şimdi siz bakmayın herkesin barış istediğine. Savaşmaktan da zordur barışı tesis etmek. Bunu bir kültüre dönüştürmek çok zor…





İki halkın psikolojisinde açılan devasa yaralar kolay kapanmayacaktır. Merhem sürülecek ama geç soğuyacaktır burkulan yerler.



“Kendi ezberimi bozdum, başkalarının da ezberini bozması gerektiğine inanıyorum.”





Ezber bozmak özünde devrimci bir çabadır. Statik bir yerleşkeye dönüşen, algı ve sorgu sınırlarının dışında bir yerlere yerleştirilen herşeyi alaşağı etmeye, onları sorgulanır ve bulaşılabilir bir alana çekme gayretine denir.



Mekanikleştiği için insani vasıflarını yitirmiş olması suretiyle bile bozmak gerekir şu ezberleri.

* * *




Ertuğrul Özkök’de tam da buna benzer şeyler söylüyor Kürt Sorunu konusunda… Beklenmedik ve desteklenmesi, samimi olması umulması gereken bir zamanda… Çözüm umutlarına ilişkin kendi gazetesinde vesveseler yazılırken… Tam da şoven söylemlerle süreç provoke edilmeye çalışılırken…



Çok önemli bir açıklama yaptı bence.

* * *




Herkesi, bu süreçte baltadan, döner bıçağından vesaireden uzak durmasını; sadece uzak durmasını da değil, dilini de döner bıçağı ya da satır gibi kullanmamasını tavsiye ediyor, Amiral Gemisi Kaptanı Ertuğrul Özkök’ün geldiği ya da geldiğini düşündüğümüz çizgide buluşmayı –insanlık namına- öneriyorum.





Başta DTP eşbaşkanı Emine Ayna ve dilini döner bıçağı olarak kullanmak suretiyle süreci baltalama potansiyeli yüksek bir takım yazar-çizer-politikacı ve aktivistin dillerini gerektiği zaman tutmalarını ama tartışmaları izlemekten geri durmamalarını hararetle öneriyorum.



YİNE GELİN, YİNE KONUŞALIM.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://yazyazbitmez.benimforum.org
zerdalist
Admin
zerdalist


Mesaj Sayısı : 218
Yaş : 43
Reputation : 0
Kayıt tarihi : 21/11/08

İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Empty
MesajKonu: Geri: İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR   İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Icon_minitimePaz Eyl. 06, 2009 8:35 pm

Devlet'in Ağzı Bozuk Aşk Mektuplarına Cevaben
“seni sevmem
bu savaşı
kesintiye uğratmaz
ama ordan bakma!
bu, werther’in
leş kanını
gül kılar.”*
Sevgili Devlet,

Sen bahçeli, kamelyalı evinde oturup, durmadan arızalar çıkarmakla meşgulken sana ne diye –salak gibi- sevgili dediğimi inan ben de düşündüm. Düşündüm çünkü senin sevgiden bi bok anlamadığını da biliyorum.
Bi bok anlamıyorsun çünkü durmadan arıza çıkarıyorsun. Anlamıyorsun çünkü “ödünç hançer öldürmez beni”***** ve sen bunu bilmiyorsun.
Bi bok anlamıyorsun çünkü “dün dağlarda dolaştım, evde yoktum”*** ve sen bunu da bilmiyorsun.
Bi bok anlamıyorsun çünkü kelimelerimiz çarpınca birbirine, senin kelimelerin bir şarkıya söz bile olamıyor.
Bi bok anlamıyorsun çünkü dilin boğazına kaçmadıkça çene yarıştırıyorsun. Ama anlamıyorsun hala. Değişiyor dünya.
Bi bok anlamıyorsun çünkü “senin alacağın en son biçimin sabırlı yontucusuyuz.”**
Sabırlıyız fakat yeter artık. Biraz da ölmeyelim artık.
Bak kelimelerimizi kuşandık da geldik. Bak dilediğimizde seninkiler gibi çatallı… Ve kahraman ölülerini topluyoruz metinden. Meydanın ortasına dağılmış sütunlardan sesli harfleri ayıklıyoruz.
Sır ve sis perdesi gibi kentleri çeviren kokuları da siliyoruz. Siliyoruz çünkü burnumuzun direği kırıldı, artık yeter.
Artık yeter çünkü senin sevgin her şeyi paramparça ediyor. Ediyor çünkü sen Azrail’i referans gösteriyorsun. Olmuyor ama!
Ve anla; artık varlığım senin varlığına armağan değil.
Evet Devlet

otobüsler olacak, tirenler,
bütün öldürülmüş cumhuriyet şehirleri.”*

Domur domur, neşeli, eflatun –ama birazdan solacakmışçasına üzgün,kırgın- menekşeler gibi vazoda hapis durduğumuzda dahi özenle seçtik kelimelerimizi.
Yağmur bulutları kadar yüklüydük fakat asla doğal afet olmadı kelimelerimiz insanlığa.

Olmadı çünkü “mertçe olsun istedik, dostluk da düşmanlık da”.****
Olmadı çünkü metaforik de olsa düz kabloydu sevmelerimiz.
Olmadı çünkü son çareydi şakağımıza dayadığımız ad aktarması.
Olmadı çünkü senin kafanı da ruhunu da karıştıracak kadar çoğuldu ve cesurdu türkülerimiz.

Bu yüzden Devlet
“gideceğim ensk ökümde devlet denen şirk,
beb gözüğümde kent gördükçe kırılan gıçlar,
ve bir dizeyi haklar gibi terli ellerim
bu çağın açısını dik tutacaklar.”*

İşte bu yüzden… Seninle farklı kategorilerdeyiz. Çünkü sen en nihayetinde ağzı bozuk bir tüy sikletsin. Kendinden bir süper kahraman çıkaramazsın. Zorlama ama bünyeni. Bak sonra fitilin tutuşur, havaya uçuverirsin. Uçma!
Bak şekerim, sonra demedi deme… Öyle hırpani sesler çıkarıp kendini daha çok afişe etme.
Daha önce de söylemiştim; fikrin geliyorsa kus bir yerlere de kurtul bu kötücül fikirlerden, gelmiyorsa da gelmiyordur. Herkes filozof, herkes politik önder, herkes peygamber, herkes Cem Yılmaz olacak değil ya!
Olmayıver sende.
Olmuyorsa olmuyor kuralı geçerlidir burada da.
Ama Üzülme Devlet
“bu ülke'den daha bıçkın tamlama bilmiyorum.”*

Reankarnasyonla bir daha gelirsin. Hem bakarsın o zaman sana sivri dilinin hakkını verecek kelimelerin yanında değişimi algılayacak bir beyin ve vicdani kanaat de verilir sana. Hem bakarsın o zaman sen de bağırıp çağırmadan düzgün cümleler kurarsın.
Kurarsın, bütün cumhuriyet şehirleri seni dinler. Esnaflar kaldırımlara dizilip ağzına bakar belki. Simitçiler dizilip meydana, siftah yapar sayende. Biri de çıkar der ki; “Ceplerinize, çantalarınıza dikkat edin!”
Hem bakarsın senin ‘Eyy!’ diye başladığın hitaplardan kahraman ölülerini toplamayız bir süre. Bakarsın öldürülen imge de dirilir sen düzgün konuştukça.
Bir uzun sicim gereksiz olur. Çamaşır sermeye yarar sadece. Hem bakarsın öfkemiz de dönüşebilir aşkımız gibi.

Hem bakarsın şair olurum seni de aldırırım yanıma. Sen de ufaktan aşk şiirleri yazarsın. Yazarsın, nihayete erer bütün düşlerin.
Hem bakarsın bulvarlar iltihaplanır ben aşk olurum sen aşk olduğumu anlarsın. Ya da bulvarlar iltihaplandı diye şiiri yasaklarlar.
Mı?

Oysa bizim içimiz, janjanlı bir ülserin iyileşmesi gibi pervasız. Nasıl oluyor diye sorma!
Devlet diyorum
“ben bu çağdan bir kere de şerefimle geçeceğim
lazım gelen gülleri göğsüme gömmüşüm”*

Bak ne kadar da iyiyim değil mi?
Üstelik senin gibi bir ağzı bozuk çoktan yetme âşıkla muhatap olma büyüklüğünü gösteriyorum. Bak sen vallahi kadir gecesi doğmuş olmalısın. Seni adam yerine koyup da kaç hektar uzunluğunda cevap veriyorum. Erdim mi? Ermedim.
Çünkü bak Devletçim, ben herkes iyi olsun istiyorum. O uzun kulaklarını aç da dinle! Ben herkes kardeşçe olmasa da birbirine –gerekmedikçe- sataşmasın istiyorum. Sataştığında bile öküzce dalaşmasınlar istiyorum. Bak ben diyorum ki, millet ağız tadıyla yaşamak, yaşamak ve sadece yaşamak isterken başkasının hesabına asker yazılıp ölmek istemiyor. Ben de artık kimse ölsün istemiyorum. Bunu anlayabiliyor musun yoksa bir daha mı anlatayım? Hmm… Tamam? Mı?
Bak sana inanıyorum Devlet
“birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim
bunu daha çok küçükken bir filmde görmüştüm!”*

Pek işime gelmese de inanıyorum. Çünkü başka çarem yok. Çünkü ben artık senin gibi çoktan yetmelerle dalaşmak istemiyorum.
Çünkü bakarsın bir gün sen de çocuklarını severken aniden hidayete erer de “bir aşk da mutlu bitsin”****** deyiverirsin.
Bakarsın bir sabah erkenden uyanırken içimize çektiğimizin kendi kanımızın kokusu olduğunu keşfedersin.
Bakarsın iltihaplanmış bulvarlarda iğrenç geliverir mezarlıklar.
Söyle, anlamaz mısın yoksa? Ama yine de sana laf anlatma değer. Çünkü dedim ya hayat, sonsuz bir uyum. Sonsuz dalaşmak hiç de güzel değil. Elbet yorulur bir gün biri, diğer gün diğeri… Sonu yok dalaşmanın. Ve anlamı yitirdikten sonra hiç de görkemli değil dalaşmak. Anlıyorsun değil mi canım? Henüz değil belki ama anlayacaksın sen de…
Bak Yüzümü Kara Çıkarma Devlet
“sen gidersin, denklem düşer, ben aşk olduğumu ağlarım
bir kelebek konduğu yerde bir mayın olduğunu anlar.”*

Herkes bize bakıyor çünkü.
Bak ne güzel ülke burası. Ne iyi insanlar var burada. Bak kimse “Ne diye hırpani sesler çıkarıyorsun?” diye sormadı sana. Bak kimse “Çok sevdinse çık dağlarda dolaş, evde olma” da demedi. Bak “Ne diye akılsız füze gibi sağa sola sataşıyorsun?” da demedi kimse.
Bak ne güzel!
Bak demedi kimse. Çünkü burası güzel bir ülke... Sabah akşam demokrasinin temel ve tali ilkelerini konuşuruz burada.
Bak şekerim, burada belli kurallarımız vardır. Biz kendi aramızda zikir, boks gibi sporları sanatsal bir biçimde yaparız. Bizler sanatı çok severiz. Avrupalılar, -ellerinde elma şekerleri- bir süre ne olduğunu anlayamaz ve kızar. Onlar zaten ekseriyet anlamaz. Çünkü burası Türkiye’dir. Onlar ne bilir?
Çünkü bak biz onlara “bak canım kardeşim” deriz. (Elimiz Avrupalı’nın omzunda) Kuraldır, cümlelere kardeşim diye başlarız. İki lafın arasına –hiç gerekmese bile- yerine göre bir, yerine göre iki adet demokrasi ve benzeri kelime sıkıştırırız ki uyanmasın Avrupalı çaylak. Ha, uyanmasına uyanır bir gün de; geç uyansın biraz. Gazozuna uyku hapı atmışızdır.
Bak Kuş Devlet
“ben dünyaya karşı durmak ile meşhurum
olma. yokluğun bulunmama larcivert lavlar akıtır.”*

Ne de güzel adam yerine koydum seni, değil mi? Bak salak gibi sana sabahtandır laf anlatmaya çalışıyorum. Neden? “Çünkü ben ey derim ve severim ey diyenleri.”**
Anlamadın mı Devlet
Tamam. Unut bütün söylediklerimi. (Bak ne kadar sabırlıyım) Baştan alıyoruz.
Devlet
“modern bir alışkanlıktır ölmek, seni doğasıya seviyorum
ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.”*



Aklın nerde senin? Dinlemiyorsun beni. Bak çakarım bi tane, ağlarsın sonra.
Devlet, uyuz etme adamı!!!
Tamam, sinirlenmiyorum. Baştan alıyoruz bak. Sen de anlayacaksın nihayetinde, çaresi yok. Senin de anlayabileceğin kadar basit ve sade (anlatım bozukluğunun farkındayım, sen sus) konuşacağım.
Hadi sor o zaman.
Söylediklerimin en çok neresini anlamadın?



*¹: Başlık Umay Umay’dan apartılmıştır.
*’ler: Ah Muhsin Ünlü, Gidiyorum Bu
**’ler: Turgut Uyar, divan
***’ler: İlhan Berk, Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum
****’ler: Ahmed Arif, Hasretinden Prangalar Eskittim
*****’ler: Murathan Mungan, Erkekler İçin Divan
******’ler: Selim Temo, Ah Tamara

Arka arkaya dizilmiş ‘Bi bok anlamıyorsun’ dizisi için NOT: Türkçe altyazılı okuyunuz. Hani Robert De niro filmlerinde ne zaman ‘fuck’ dense altyazıda ‘KAHRETSİN’ görünüyor ya.. Siz de ‘Bi bok anlamıyorsun’ tümcesini ‘Kahrolası, neden anlamıyorsun?’ şeklinde okuyunuz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://yazyazbitmez.benimforum.org
İnci
Admin



Mesaj Sayısı : 179
Reputation : 0
Kayıt tarihi : 22/11/08

karakter
1.alan:

İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Empty
MesajKonu: Geri: İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR   İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Icon_minitimeSalı Eyl. 22, 2009 9:04 pm

Bu bir günlük mü?

Bunu, hevesler hanesine yazayım. (Ben de yapsamya böyle birşey.)

güzel olmuş, güzel.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
zerdalist
Admin
zerdalist


Mesaj Sayısı : 218
Yaş : 43
Reputation : 0
Kayıt tarihi : 21/11/08

İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Empty
MesajKonu: Geri: İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR   İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Icon_minitimeSalı Eyl. 22, 2009 9:27 pm

Ölü Böcek Taklidi Yapanlar
“Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım;
çünkü ben sosyalist değildim.
Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım;
çünkü sendikacı değildim.
Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım;
çünkü Yahudi değildim.
Sonra beni almaya geldiler;
ama benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı geride.”
Martin Niemöller




Alman papaz Martin Niemöller, Nazi döneminde uygulanan muhalefetsizleştirme politikasını tam da yukarıdaki epigrafte aktarıldığı gibi ifade etmişti. Herkesin ‘bananeci’ bir iğrençlik düzeyinde yaşadığı toplumda en nihayetinde ‘sakınılan çöpün göze battığını’, görmezden gelmeye çalıştığımız kötülüklerin bir bakıma gelip bizi bulduğunu söylemişti.



Başlangıçta Söylenmiş Sonsöz



Görmezden geldiğimiz kötülükler korkak vicdanlarımızı paklamak için de olsa gelir bizi bulur sonunda. Gözümüzün açılmasına neden olur. ‘Herkes nerde?’ dedirtir bize. Leş kokuları arasında biten alelade mutluluk hayallerinin iğrençliğini gösterir. Ve en sonunda ‘Ya hep beraber ya hiçbirimiz’ dedirtmek suretiyle içimizdeki vicdani kımıltıyı azdırır.



Çünkü: (herrr zaman fiyakalıdır sonradan eklenen)



Top patlasa kimse uyanmıyor kör uykulardan. Müdahil olmayı reddediyoruz. Yanımızda hayatlar devrilse sesimizi çıkarmıyoruz. Palmiyelerin devrilmesinden daha az şaşırtıcı ve yürek yaralayıcı oluyor 21. yüzyılda insan ölümleri. Şaşırmıyoruz ve seviniyoruz. Ölen de öldüren de biz değiliz, ne mutlu bize. Ne mutlu bize ki elimiz başımızın üstünde, vicdanımız az kullanılmış ve ikinci el. Vites kolu nerde? Kullanmıyoruz. Acelemiz yok. Hayat kaçmıyor. Ama kaçarcasına uzaklaşıyoruz bütün cenk meydanlarından.



Kimse görmemeli ödlekliğimizi. Biz bile görmemeliyiz. Maktule gözyaşı dökmeliyiz biraz da. Balkonda oturup söyleşirken mesela, kadim ama kadir olmayan bir komşuyla… Laf lafı açınca ‘ah karamela şekerim aşk güzel de insanlar berbat’ demeliyiz. İnsan…



Fakat… (Daha berbat bir kelime tanımıyorum!)



Kötülükler gelip bizi bulana kadar ölü böcek taklidi yapıyoruz. Boşuna. Kötülükler gelip bizi bulduğunda sesimiz asla kendimizden öteye gitmiyor.



Yalancı çobandan bile daha aşağı oluyoruz bütün gömütlüklerde, evlerde, koşu parkurlarında, çay saatlerinde ve özellikle neşeli eflatun bütün seyir defterlerinde.



(Unutmadan: Kendimizle kaldığımız her kısa anda devasa parçalanmalarla…)



Sonra ne mi oluyor?



Yalancı çoban bile aklanıp paklanıyor. Ölü böcekler sonsuza dek lanetli olarak kalıyor. Paklanmıyor bir türlü. Yaşamın karşısına ölümü şirk koşanlar paklanmıyor.



Peki.

Peki.

Peki.



(Bunu senin için yazıyorum Deniz), (Ellerim mürekkep ve boya lekeleri içerisindeyken bile kan demiyorum, dikkat et), (Ağzımda kocaman bir yelkenli sigara niyetine), (Deniz diyorum çakmağını versene…)



Ölü Böcek Taklidi Yapanlar Kimlerdir?



Körler, şaşılar, sağırlar ve bilmezlerdir. Korkaklardır. Müdahil olamayanlardır. Pencerenin perdesini kaldırıp da linç edilenlere bakamayanlardır. Dik durmaktan aciz olanlardır. Sürüne sürüne insan olunabileceğini sananlardır. Yüreksizlerdir. Kalemlerini ve yüreklerini beş kuruşa satan şrfszlrdr.



Karmaşalar içerisinde sabun köpüklerine tutunup ‘her bir tarafı hijyen sarmış’ sanan salaklardır. Çünkü her bir yanı saran en bayağısından bir ince kederdir. Kar taneleri gibi serpiştiren ince ince hüzünlerdir. (Ölü böcekler anlamıyor bunu.)



Diplerde, depresyon masalı gibi kentleri kuşatıp kendi masalını dayatanlardır ‘ölü böcek taklitçileri’. (Oysa bu katı gerçeklik, masal filan dinlemiyor.)



Ölü böcekler –esasen- ölü numarası yaparak tehlikeyi atlatma derdindedirler. Oysa bilmezler ki, savaş meydanda tehlike hiç geçmez. Ve radar gibi, bütün tehlikeler cephe gerisine kaçanları bulur.



O Zaman Görmek Gerek Olub Bitenleri Yahut Olub Bitmeyenleri



Olan biten her neyse, bilinir bir düzeydedir. Bilinir ama görülmez. Çünkü bakılmaz. Görmek bakmanın en radikal ve içe sinmiş halidir. Radikaldir çünkü büyük bakıştır.



Geri dönüş ve unutuş yoktur. Bir müddet bilinçaltına bastırılsa da –yüksek ihtimal- yüksek sadakat-yüksek olan her şey aşkına- bilinç üstüne çıkacaktır.



Bilinç üstüne çıkacaktır muhtemelen. Çünkü vicdani kımıltı bir potansiyeldir. Hareket geçmesi gerektir. Anladın mı?



Kabul, rüzgar yoksa kımıltı da yoktur fakat rüzgar bir gün mutlaka çıkar. Fırtına koparmasa da her zaman, kımıltı yaratacaktır yüzeyde. Bu kesindir. Bir yaprağın kımıldaması, çöl fırtınası ve uykusuzluk kesindir. Kesindir bütün kesin olmayan zaferler.



Zaferler belirsizdir fakat. ‘Görülmeyen bütün anlarda unutulmuş bütün yenilgiler kadar kalıcı.’



Ve yazgı: ‘Bakmazsan göremezsin.’



Bakmak da yetmez oysa. Yetmeyen bütün her şeylerin içinde….



Söz biter!



Ve sözün bittiği ya da bittiğinin sanıldığı yerde konuşmak gerekir.



Konuşmak Çözüm Değildir Bilirim



Fakat susmak da mezarlıklara yakışır. Yaşamak, müdahil olmaktır. Seslenmek, ‘Hey’ demektir.



Bir uzun merhabadır.



Akıp giden hayata katılmaktır. Zulme dur demektir.



Zulme karşı kederlenmek ve kederlerden öfke yontmaktır. Öfkemiz, yoğumuz, her şeyimiz… Kâğıttan cüret!



Cüret dedim de aklıma geldi. Sahi boğulur gibi olmuyor mu insan?



Şarkı söylemek lazım o zaman. Yaşamak mı dedi biri?



Kötülükler nereye sığacak dersiniz? Biz konuştukça???



Tamam, konuşunca da kötülükler azalmıyor. Ve içlerinde bizi bulması muhtemel olanların dikkatini daha çok çekiyoruz.



Ama durmadan susulan o uzun anlarda giyinilen ölü böcek kostümü üzerimize yapışınca da çıkarmak zor oluyor.



Yanı başımızda kötülükler –rastgele yahut güdümlü- birilerini bulunca, insanlar ölünce, insanlar yoksulluktan geberince sustuğumuz dil boğazımıza kaçıveriyor.



Yaşıyormuşuz gibi yaptığımız evlerin balkonundan kötülüklere set çektiğimizi sanıyoruz, boşuna.



TV ekranlarında milyonlarcası ölüyor. Biz ölmüyoruz. Biz ‘Büyük Turist’iz. Herkes ölüyor, biz ölmüyoruz. Belki de Tibet felsefesine göre bu böyle. Ya da Tibet felsefesinin de canı cehenneme! Ve Sylvia Plath…

“Ölmek
Bir sanattır, herşey gibi.
Özellikle iyi yaparım.”
Sylvia Plath








Oysa Ölmek mi Gerekir?



Değil tabii ki… Her sabah yeniden doğmak gerekir bilakis. Nazım’ın baktığı gibi bakmak gerek güneşe. Tıpkı bugün pazarmış gibi… Ve Nazım gibi... Ve ilk defa güneşe çıkarmışlar gibi…



Ölmemek gerekir.



Dostum, güzelim… Sylvia.



Artık ölmemek gerekir. Artık rüzgâra, suya, toprağa yazılmış yazgının değişmesi gerekir.



Değişmesi gerekir ki kırmızıdan yeşile dönsün koca dünya. ‘İklim Akdeniz olmasa da olur.’



Karasal iklimlerde de doğulabilir ve durulabilir güneşe karşı. En güzel dualar, masallar, mesellere karışıp söylenir. Ne var?



Güllerin bedeninden dikenler… Bizim içimizde Tatvan ve Hakkâri ve Muş ve Urfa… Bizim içimizde çok eskimiş bir yer kanar.



Ya da…



Söyle Ben Saçlarımı Kestirsem Ne Olur

Bir Başkaldırma Ancak Saçlarından Tutulur*





Bir toplum böylece susturulmuş, trahomlu gözleri ve üç numara saçlarıyla ucubeye dönüştürülmüştür.



Aynı tatsızlıkla baktığı günleri kirletilmiş ve öldürülenlerin hesabını yapamayacak kadar da aritmetikten yoksun bırakılmış..



Bir toplum tarafını tam da yitirmişken beliriveren onurlu tarafına da sahip çıkamamıştır yeterince.



Bir toplum birbirinin ağzına bakarak züğürt tesellisini icra etmiştir onca zaman.



Onca zaman bir toplum kendi çocuklarını çekip çıkaramamıştır bu yangından.



Ödünç hançerle savaşa gönderilen gençlerinin elinden ödünç hançeri, kendilerini ödünç hançer gibi savaşa süren ihtiyarların elinden çekip çıkaramamıştır.



Çünkü alelade mutluluk düşlerinden ağzı kulaklarına varmış bir toplum…



Mis kokularıyla başlayıp bok kokuları arasında bitiveren bütün aşkların esintisiyle eşeleniyor.



Koskoca gözlerini açıp da aklının dikine, yaşamının dikine, savaş isteyen korkak ihtiyarların gözlerinin içine bakamamıştır.



Çünkü ölü böcek değilse de ölü böcek numarası çekmektedir bir toplum.



Bir toplum cebren ve hile ilen bir vahşi gibi savaşa tapmakta, ölümcül kelimelere ve tamtamlara itibar etmekte, çocuklarını ölüme göndermektedir.



Ey Toplum! (Diyorum)



Kıytırık masallara itibar etme artık.



Devlet. Gelinim diyorum, sen de anlasan artık. Elimize pimi çekilmiş alet edevat tutuşturma fantezilerinden vazgeçsen...

‘Maksat bu çoklu delilik sona ersin.
Hepimiz için en hayırlısını diliyorum.’*






* Her derde deva ya da Turgut Uyar, Divan

** Sezen Aksu’nun ruhuma fısıldadığı cüretle
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://yazyazbitmez.benimforum.org
zerdalist
Admin
zerdalist


Mesaj Sayısı : 218
Yaş : 43
Reputation : 0
Kayıt tarihi : 21/11/08

İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Empty
MesajKonu: Geri: İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR   İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Icon_minitimeSalı Eyl. 22, 2009 9:27 pm

İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR N1703920_30991216_7057(1)

Hepimiz Hrant'ız, Hepimiz Ermeni'yiz
Ne hazin bir çağdır bu… Ne hazindir yaşamak. Öfkeden deliye dönmüş kitleler arasında.. Tahammül dileniyoruz bir nebze de olsa…

Durmadan ölümler yaşıyoruz. Tam da hayattan konuşurken… Ölümün ve öldürmenin renginden konuşurken… Demek ki ölümün de bir anlamı olabilir… Demek ki ölümde bilgisidir hayatın diyebilmek için… İçimiz kararak ve hüzün ile öfke bir arada. Ve tam da bu mısrada…

Bir gazeteci katledildi… Hrant Dink üç kurşunla terk-i diyar eyledi.. Ve bizi amansız sarılarda bırakarak çekip gitti. Tam da ölümlerden geçip yaşamaktan, affetmekten bahsederken.. Bir bütün olarak olasılıklardan, kardeşçe yaşamanın olasılığından bahsederken üç kurşunla katledildi..

Artık birbirimizi affetmek ne kadar mümkün bilemiyoruz.

Kalemiyle yaşamak ne demektir bir gazeteci, bir yazar için? Aydın namusu ne demektir? Hak bildiğin yolda yalnız da olsan yürüyebilmek, tavizsiz… Öyle değil midir yaşamak?

Konuşmak, affetmek, hayat, onur, haysiyet, şeref, özgürlük ve bilcümle diğer kavramlar.. Hepsinin işaret ettiği bir somut var değil mi bütün bunları konuşurken her seferinde yanılıp duvarlara tosluyorsak belki de somut işlemler döneminde takılıp kalmışızdır. Bir ölüm daha… bir ölüm daha… bizi kan-ter uykulardan uyandıracak..

İçimize çektiğimiz bizim kanımızın kokusu. Kendi cehennemimize doğru yol alıyoruz biraz da.. Hepimizi tüketen bir kadirbilmezlik… Hayata bir türlü alışamama…

Tam da seçimlerden, korkak seçimlerden, mavi haptan, cesur yeni tercihten, rüyalardan, gerçeklerden ve büsbütün hayattan konuşmaya çalışırken.. ‘söz uçar yazı kalır’ derken… Bazen bu da olmayıveriyor… Kelimeler de düğümleniyor bu sarılıkta. Konuşacak, tartışacak o kadar şey varken gelip takılacağımız nokta bu mu olacaktı?

‘BİZ’ dediğimiz olay ne peki? Bizi biz yapan ne var ki? Yüzlerimizin ardında kalan öykülerin kararmış rengi ne? Ötekini boğmak isteyişimizin nedeni ne? Hepimizi bir paydada buluşturabilecek kadar geniş bir alan varken; insan olmanın pozitif tecrübelerini kar saymak, hayata geçirmek gibi bir olasılığa sahipken neden kendimizi özneden yaratılmış bir nesneyle özdeşleştirmek isteriz? Neden kişiliğimizin ancak çok alt bileşenleri olabilecek tek bir kimlikte daraltırız kendimizi? Tamam, hepimiz Türküz, hepimiz Ermeniyiz, hepimiz Kürtüz, hepimiz Çerkez, hepimiz Estonyalı, İrlandalı, İngiliz, Fransız, ve hepimiz bütün bunları olabildiğimiz kadar insanız.

"Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım
Ama, ayrıca, aldığın şu hayat fena değildir…"
"Üstü kalsın" diyen Cemal Süreya’nın yedi kırlangıç ömrü nispetinde yaşamak varken kırlangıçları kurşuna dizmek neden? Paylaşılmış bir cinnetimiz var bizim. Hrant Dink’i de diğerlerini olduğu gibi belki de hepimiz öldürdük.

Başa dönüyor tarih… Tıpkı bir film şeridi gibi gözlerimizin önünde… Hani ‘biz bu filmi daha önce görmüştük’ havasında. Çok cinayet imgesi vardır toplumların belleğinde. Ötekinin cehennem olması gerçeği üzerine kurulur bütün önermeler. Öyleyse, farklı düşünüyorsa, biat etmiyorsa öldürülmelidir Galileo Galile giyotine gideceği sırada tek suçu ‘dünya yuvarlaktır ve evrenin merkezi de dünya değil…’ sözleriydi. Sonra Bruno, sonra Hallac-ı Mansur sonra Şeyh Bedreddin sonra bir garip sevda… Filozoflar, düşünürler, yazarlar, gazateciler, politikacılar, hatipler çok eskilerden beri hedef tahtasındadır. Ülkemizde en bilinen örnekler, Abdi ipekçi, Musa Anter, Kemal Türker, Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Turan Dursun, Uğur Mumcu, Ahmet Taner kışlalı, rahip Andrea Santoro ve en son da 17 mayıs 2006 tarihinde Danıştay saldırısı… Bütün bu cinayetler ruhumuzda derin bir etki bıraktı. Ve elbetteki yalnız bunlar değil. Son ikiyüz yılda Hrant Dink’le beraber 61 gazeteci öldürüldü.

Bazen inanası geliyor insanın; kıyamet çoktan kopmuştur, şimdi cehennemdeyiz’ diyen Vatikanlı teologların cüretine. (ve de yaratıcılığına) bu da yetmezmiş gibi aklımız takılıyor, cehennem imgesi yanlış kazılmıştır insanların beynine. ‘Cehennem sanıldığı gibi alevlerden oluşmaz; derin bir iç buhran ve iç sıkıntısıdır cehennem’ diyen papa II. John Paul’e…

Belki de mantıklı tek açıklama budur. Yoksa nasıl açıklarız bütün olanları… Bunca azap, yoksulluk, talan, ölüm, çile, işkenceler… Nasıl oluyor bütün bunlar? Ama insan yine de soramadan edemiyor: ‘Burası cehennemse cennet nerede?’ belki de çoktan yerle bir ettik cenneti… Hayatı bu kadar darlaştırıp soysuzlaştırdıktan sonra ne kalıyor geriye..? Bir de şimdi cehennemde olduğumuz önermesi doğruysa kimse temizim demesin. Zira cehennemde oluşumuzun bir nedeni vardır…

Buradan bir çıkış yolu var mıdır sizce?

Yoksa gerçekten Matrix’te miyiz?

Gerçekte bir aşk var mı?

Siz hangi hapı seçerdiniz?

Küf kokuları arasında alelade bir mutluluk düşü mü görüyorsunuz?

Yoksa kırmızıyı seçip hakikatin peşinden mi gideceksiniz?

Hala öyle bir seçim yok mu diyorsunuz?

Ah, ne olurdu dediğiniz gibi olsa…




NOT: Sevgili Hrant Dink’in öldürülmesinin akabinde Şubat 2007’de öfke ve delilik arası bir muhayyilede ‘Su Damlası’ adlı dergisinin ‘editörden yazısı’ olarak tarafımdan kaleme alınmış olup derginin aynı tarihli 4. sayısında yayımlanmıştır.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://yazyazbitmez.benimforum.org
zerdalist
Admin
zerdalist


Mesaj Sayısı : 218
Yaş : 43
Reputation : 0
Kayıt tarihi : 21/11/08

İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Empty
MesajKonu: Geri: İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR   İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Icon_minitimeSalı Eyl. 22, 2009 9:28 pm

İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR Musa%20anter(1)

ELLERİM GÜMÜŞ, ELLERİM MARDİA.
N’OLUR AĞLAMA!
-Apé Musa ve Ruhumuza Sirayet Eden Kederler Üzerine-


“Bilmek ve başkalarının bilmesini sağlamak
Nazizm’den uzaklaşmanın bir biçimiydi.
Bir bütün olarak Alman halkının buna
Başvurmadığını düşünüyor ve onları
Yüzde yüz suçlu buluyorum.”
Primo Levi






Geçmişin Gölgesi



Geçmiş, çoğu zaman bir karabasan gibi çöker üstümüze. Hesap sorar. Bugünü de yarını da oldurur ya da silip süpürür. Çünkü bugünü yaşamada ve geleceği kurgulamada büyük bir rolü vardır. Hafızasını talihsiz bir kaza sonucu yitirmişler ve geçmişi kan ve barut kokup da bunu zihninin perde arkasına baskılayanlar dışında herkesin bugününe ve yarınına minik de olsa izler kondurur geçmiş. Hatır(a)lar çünkü…



İç içe girip sarmaşan anlar dâhil, yitirilmiş bütün zamanlarda geçmişe özlem duymayan, geçmişe öfkelenmeyen, geçmişten güç ya da meşruiyet almaya teşebbüs etmeyen kimse göremezsiniz.



Geçmiş, zihnimizden akıp bir siluet gibi belirirken gözlerimize; sınırlı hayatlarımızın icazi ibadetinden icbari hükmüne döner sonuçta. Çünkü kaçamaz kimse şerrinden de kederinden de geçmişin. Geçmişte imlenen yüzümüze sıçrar muhakkak.



Bu yüzden kurgulanır bir şey değildir geçmiş. Oysa kurgular herkes geçmişi kendi meşrebince. Çünkü yüzümüze sıçrasa da geçmişin imledikleriyle birlikte mimledikleri; kurgulandıkça pir-u pak eder bugünü. Özenle tasarlanmış ve imal edilmiş bir arka plan olarak geçmiş, bize bir yetke bağışlamaktan ziyade haklılık da katar.



Devletler ve toplumlar da öyledir. Suni de olsa bugünü haklı çıkaracak her yalana razıdır. Tarihini götürebildikçe geriye götürür ve istenmedik bütün her şeyi beyaza boyar. Ya da buz mavisine… Ya da arka plan nasıl gerekiyorsa o renge. Ama mutlaka kan kırmızısını, yaprak sarısını ve yitirilmiş bütün gözlerin karasını çıkarır metinden ve bilumum resimlerden…



Kocaman bir okuntudur geçmiş. Çivit mavisi de olsa arka plan; kırmızılıkları saklayamazsınız uzun boylu. Çünkü bütün o elleri, kemikleri, yas yüzüklerini ve yanık etleri saklayamazsınız. Tarih kitaplarında ırzına geçilmiş gerçek, gömüldüğü yerden çıkar yıllar sonra.



Çünkü geçmiş, son söze meyillidir ve söylemekten alıkoymaz kendini mesela. İnkâr edilmiş bütün dehşetleri yazar çocukların kollarına. Çünkü anlattığı her şey şimdi pazarda, yarın pazarda.



Çünkü varsın geçmiş buğusu bir aynada okunsun ki bilelim; tarih neden başlangıcında gizlidir?



Ve tarih, gölgesini düşürür mutlaka. Güneşi görecek pozisyonda değilseniz ürkersiniz. Gömütlüklerden ve küf kokusundan nefret edersiniz. Fakat gerçek, upuzun sandıklarda saklanamaz, bilirsiniz.



İyi bir asker gibi gerçek, her tutsaklıktan, her fırsattan kaçış planları yontar. Çünkü geçmiş de gerçek de azadedir sizin kurgularınızdan.



Yol Üstündeki Semender



Ellerimizi mi yakıyor zaman, nedir bu tevatür? Dinmeyecek mi bu fırtına, bu bıçkın güneş ne zaman ısıtacak?



Bu yol, bu durmadan üstü örtülen ucube… Örtüldükçe daha bir görünen saklı gerçek… O tarifsiz keder…



Ve TV Ekranlarından Saçılan Dehşet

“Biliyor musun Orhan, bu savaş bitmezse,
Kimse farkında değil, ama herkesi tüketecek.”
Musa Anter




Yukarıdaki epigraf, savaşın hiç durmayacakmış gibi sürdüğü zamanlarda yankılanan sesiydi Apé Musa’nın. Günün erken saatlerinde alınan gazeteler heyecanla, merak ve en çok da endişe içinde okunuyor. Savaş ve ölümlerle yüreği burkulmuş sınırlı kara parçalarına özgü bir hissiyatla, toplu ayin yaparcasına özenli izleniyordu haber bültenleri.



Çünkü ölümün ifşa edildiği sanal tapınaklardı TV. Herkes ister istemez nefesini tutmak zorunda kalıyordu. Çıt çıkaramıyordu kimse, mesele varoluşsal olunca, mesele ölüm ve öldürmek üzerine olunca ve misal, meselden daha kanlı olunca…



Bilme tutkusu azıyordu o zaman. Öldürülenlerin kimliğini bilme arzusu sadece meraktan değildi. Çünkü bu arzu yaşamsal ve temeldi. Öldürülen ister ‘şehit’, ister ‘etkisiz hale getirilmiş’ olsun – evet dil bu kadar çatallı- bir yakınınız çıkma olasılığı azımsanmayacak derecedeydi.



Ülke tortop olmuş, ortak bir yazgıya mahkûm, ölümün ve öldürmenin rengini sınıyordu. Sınanarak, imbikten süzülerek geçiyordu her andan. TV ekranlarında saçılıyordu dehşet. Dışarıdan bakınca gerçekten de western filmleri tadında… Fakat o tatsızlık, o dilsiz acı.. Yüzümüze sürdüğümüzde dahi incelmeyen ateş… TV ekranları dayanılmaz Allah’ım.



Apé Musa

“Yaşasaydı kendinin kederi olacaktı
Yaşasaydı belki bir gün torunlarıyla
Dolunaylı gecelerde yıldızlar sayacaktı…”
Yılmaz Odabaşı




“Kürtler tarafından en az anlaşılmış aydınlarımızdan biriydi” diyor Orhan Miroğlu. “Fotoğraflarının altına yine ona ait veciz sözler yazıp duvarlara astık. Yılda bir öldürüldüğü günde, 20 Eylülde bir araya gelip anma toplantıları düzenledik.” Fakat bundan çok daha fazlasıydı Apé Musa.



Peki kimdir Apé Musa?



Zer ile Zeré isimli iki minik kuşun dostu, sevgilisi, konuşanı, arkadaşıydı mesela. Çoğunlukla yalnız kaldığı evinde en iyi dostlarıydı Zer ile Zeré. Omuzlarına alıp evin içinde dolaşmayı çok severdi. Konukları geldiğinde onlarla birlikte oturur, Zer ile Zeré onlara eşlik ederdi. Bu kadar sevgi doluydu Apé Musa.



İleri Yurt gazetesinde fıkra yazıları yazardı. Yazıları çoğunlukla mahkemelik olurdu. Kimi yazısı da mahkemelik olmasa da sert bulunurdu. Yazılarının sert olduğunu düşünenlere sitem ediyordu Apé Musa: “Bunca kahırdan sonra ve bunca genç insan, bir ağacın budanan dalları gibi, her gün birer onar kırılıyorken, nasıl yumuşak yazılar yazabilirim bilmem ki… Anlatmaya çalışıyorum ama beni pek anlamıyorlar galiba.”



Misal, bir keresinde yolda giderken gördüğü dilenci bir ihtiyara neden dilendiğini sormuştu ve dilencinin verdiği cevabı orijinal olarak köşesine taşımıştı: “Ma ez ci bikim. Tu dibînî, ji her du cavê xwe ez kor im. Kurekî min hebû, wî jî bi dar kirin. Dîya wî jî pey wî da kerbena mir. Ez li vî rastî bê xwedî û bê Xweda ma me”*



Bu yazı da mahkemelik olmuştu. Bir celsede de hâkim sormuştu: “ Musa Bey, ne diye

Kürtçe yazıyorsunuz?”



“Hakim Bey, İstanbul´da Yahudiler, Rumlar ve Ermeniler gazete çıkarıyorlar. Ayrıca İngilizce ve Fransızca gazete de çıkıyor. Ben Kürtçe yazıyorum diye ne olacak?” demiş Apé Musa.



Hakim, “Efendim onlar azınlıktır” demiş.



“Hâkim Bey, yani bir memlekette azınlık çoğunluktan daha mı avantajlıdır? Eğer bir azınlık kadar hakkım yoksa ben böyle çoğunluğu ne yapayım? Lütfen Karar verin ve beni de azınlık kabul edin” demiş Apé Musa.



Hâkim, avukatlar, Hatta savcı gülmüşler. Fakat eklemiş hâkim: “Musa ne diyorsun? Benim kararımla olacak iş mi?”



Kendince iyi niyetli bir çaresizliğin deklare edilmesiydi hâkimin söylemi. Çünkü o günkü şartlar bir dili yok sayıyor fakat yok sayılan dilin konuşulmasına da cezalar yağdırıyordu.

“Apé Musa’yı anlatırken
Hüzün çöküyor üstüme”
BEN




Nihat Erim’in Öldürüldüğü Yerde Otururdu



Evini çok severdi bir de. Dragos’ta otururdu. Eksik olmazdı misafiri. Kimseyi karıştırmazdı evinin işlerine. “İnsanın bir evinin olması, hayatın bahtiyarlık veren armağanlarından biridir” derdi, ağırlamayı çok sevdiği konuklarına.



Dragos’taki evini tarif ederken şöyle diyor: “Nihat Erim’i burada öldürdüler.” Konuşurken, anlatırken, tanımlarken belirgin anlar ve tarihler seçiyordu. Nedensiz değildi. Her ölümde biraz daha eksildiğini hissediyordu Gümüş Saçlı Bilge.



Hévi diyordu Orhan Miroğlu’nun kızı Hiwa için: “Neden Hévi değil de Hiwa?” Hiwa Soranicede umut demek. Bir de Awat var. O da yine Soranicede ‘büyük tufan’dır. Trajik hikâyelerimizi anlatacak iki kilit sözcük.



Her akşam bir iki duble sek votka içerdi bir de. Sınırlı ve dengeli içerdi. Yaşarken ve hissederken ve düşünürken olduğu gibi içerken de ölçülüydü. Şişeyi odaya getirmez de mutfağa saklardı mesela. Ev arkadaşı, o bir duble içene kadar şişeyi dibine yaklaştırmasın diye…



Sabah kahvaltısında taze süt içerdi. Konukları şaşırır ve sorardı bu taze sütü nasıl bulduğunu. Her sorduklarında gülümserdi Apé Musa. İşin sırrı da şuydu ki; Apé Musa, savaştan kaçıp varoşlara sığınan bir Kürt aileye iki keçi satın almıştı. Keçi onlarındı artık ama sütü paylaşıyorlardı. Hem o yoksullara küçük de olsa bir katkısı oluyordu hem de istediği zaman taze süt içebiliyordu.



Dragos’taki evine konuk gelenler arasında çok da öğrenci vardı. Kızlı erkekli gelip sohbet ederler, vakit geç olunca da yatıya kalırlardı. Akıp giden geceler boyunca şiirden romana, siyasetten felsefeye, her şey konuşulurdu. Fakat elbette ki en çok konuşulan konu savaş ve barıştı. Bir savaş yaşanıyordu ve onun yarattığı gerçeklik hayatın her alanını kuşatmıştı.

“Ben dün tanrıyla konuştum. Bana dedi ki
Sevginizi bir çatı altında inhisar etmeyiniz.”
Musa Anter




Ermeni fermanından sonra
Zivingé mağaralarında doğan ben,
Musa Anter,
Mardin sokaklarında sırmalı cepken, işlemeli ipek gömlek,
Püsküllü ipek kumaş ve Midyat’ın
Süryani işi işlemeli çoraplarımla
Beyaz bir atın sırtında dolaşır,
Okulda öğrettikleri Cumhuriyeti’in –tarife uygun-
İyi bir yurttaşı olmanın düşlerini kurardım.
Bu düşleri geride bıraktığım yıllarda, okuduğum
İlyada destanından öğrendiğim gibi yaşamaya ant içtim;
- Asla güce tapınmadım.
- Acı çeken insanları aşağılamadım.
- Düşmanlarımı bildim ama sonsuza kadar kin
Gütmedim. Amed’e yaptığım ve ömrümü sona erdiren
kısa seyahatin beş gününde tuttuğum notlarımı,
artık tarihi yenmeye çalışmaktan vazgeçtiğine
inanmak istediğim Türk halkına ithaf ediyorum.

Orhan Miroğlu, Dıjwar


* * *


İnsanlığın Derin Anlamı

“Ölümünden dokuz gün önce, Immanuel Kant’ı
Doktoru ziyaret etti. Yaşlı ve hasta
ve hemen hemen kör olan Kant iskemlesinden doğruldu
ve ayağa kalktı. Zayıflıktan titreyerek ve
anlaşılmaz sözler mırıldanarak…
Ziyaretçisi oturmayana kadar onun da oturmayacağı
Anlaşılmıştı.
Biraz güç topladıktan sonra dedi ki;
“İnsanlığın anlamı hala beni terk etmedi.”

Orhan Miroğlu, Dıjwar

* * *




Apé Musa buydu belki. İnsanlığın anlamına son nefesine dek ihanet etmeyen biriydi. Kant’ın adını duymamış fakat ziyaretçisi oturmadan kendisi oturmayan insanların arasında doğmuştu.



Öldürülmeden önceki son günlerinde sevdiği Diyarbakır’daydı yine. Fakat Diyarbakır ölüm kokuyordu. Ölümden korkmamak mümkün değildi Diyarbakır’da. Her köşe başında siyah camlı beyaz bir toros bekliyordu. Ve o zamanlar Diyarbakır’da hiçbir yer tekin değildi. Yazın dolaşmak sadece sakıncalı, tehlikeli falan değildi. Yalnız dolaşmak ölümcüldü. Apé Musa bunu en iyi bilenlerdendi. Bu yüzden festival etkinliklerine katılmak dışında otelinden çıkmıyordu.



O karanlık gecede Musa Anter, bir itirafçı tarafından kurşun yağmuruna tutulurken İnsanlığın derin anlamı kendi isteği dışında da olsa yok olmaktaydı. Artık ölümle biçimlenmiş bir gökyüzü vardı ve tanrıya yakarmak hiçbirşeyi çözmüyordu. Bir katil bakarken eşiğinden, son bir kurşun daha sıkıyordu ve işini tamamlanmış oluyordu. Yeni görevler için hazırlık yapılmalıydı. Misal cenaze töreni için. Cenaze töreninde av ile avcı ilişkisi daha belirgindi sanki. Ve kesinlikle daha trajik... Yoksa ‘Awat’ mı demeli???



İtimat telkin ederken hep güvensiz olmak da ölüme korkusunun sonucudur. Her an güme gidebilecek olmak insan psikolojisi üzerinde derin bir tahribat yaratır. Yaşamak için bütün çarelerini namluya koşar. Ne olur sonuçta? Makyavelce bir rezillik içerisinde kan ile barut kokusu siner üstünüze. Ne olursa olsun yaşamaya çalışırsınız. Dijwar gibi, gerektiğinde öldürürsünüz. O zaman it iziyle at izi karışır ve tarih bir süre başa döner.



Apé Musa her an öldürülebileceğinin farkındaydı. Bu yüzden çok dikkatliydi. Ama ölüm tazeledi hünerini. Ölümün nerden geleceği belli olsa da nasıl geleceği asla belli değildi. Belki ölümün üniformalı bir cüretle geleceğini düşünüyordu fakat ölüm sivil ve kendi dilinden yaklaşmıştı bu sefer. Güven: Ellerimizde patlayan oyuncak.



Apé Musa’da güvenmişti Dijwar’a. Güvenmesini canıyla ödedi.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://yazyazbitmez.benimforum.org
 
İyi Cümlelerin Peşinde- BU BİR ZERDALİST FİLMİ OLABİLİR
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» selam, ben zerdalist. istanbul'un ist'i.
» Issız Adam bir Çağan Irmak filmi

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
kurmaca dünyada gezintiler :: başlıksız olabilir :: serbest kürsü-
Buraya geçin: